21 Ocak 2011 Cuma

Hala geçmeyen can dostum, ciğerlerim...

                          Şimdi size hüzünlü bir kısır döngü anlatacağım....
    Soğuk bir kış günüydü. Finallerin bitmesiyle alkollü mekanlarda kutlamalara katılan genç, neyden ne kadar içtiğini veya hangi havaya ne giyerek çıktığını tam olarak bilmiyordu. Eve geldiğinde kafayı vurup direk yatıyordu. Bu 1 oldu, 2 oldu... 3.de çekirgenin yorgun bacakları bu defa sıçramasına yardım edemedi. Gencin sesi kısıldı yavaş yavaş. 3 gün bunu çekti. Travesti olarak anılması için kafasında bir peruk, göğüslerinde ise bir çift portakal eksikti... Derken yavaştan iştah kesilmeye başladı. Gencin midesi herşeyiydi. Onun için hayatın anlamlarından biri, belki de en büyüğü yemek yemekti. Bunun da hüznüyle yataklara düştü. Öksürükler destekledi hüznünü ve hastalığını... Yorgun bedeni gittikçe kötüleşirken, sesi düzeldi. Orjinal sesiyle konuşuyordu, ancak konuşmak için her ağzını açtığında öksürüklere boğuluyordu. Öksürük demek, sırt ağrısı demekti. O kadar ki sert ve derinden... Sonra sırt ağrıları ve öksürükler azaldı. Ama ciğerinin üşüdüğünü, içten içe kendisini zorladığını hissetmeye başlamıştı genç. Dışarıya hasret kalmıştı.
    Bunların üstünden 2 gün geçti. Genç ayaklanmaya başladı. Artık mutluydu, sağlığına kavuşmuştu. Sabah kalktı ve bunu ailesine duyurmak için evinin salonuna gitti. Tam ağzını açtı ki, sesinin en baştaki kadar kötü bir şekilde kısıldığını farketti. Ne yapacağını şaşırmıştı. Artık bunun kısır bir döngü olduğunu ve bundan kurtulamayacağını farketti. Sonunda da kendisine peruk ve portakal aramaya başladı...
    Yani diyorum ki; 2 hafta geçti, bu hastalık geçmedi. Yeter be kardeşim, ben de insanım. Benim de kırlarda koşmaya, kuzularla oynaşmaya hakkım var. Suçum neydi? Temiz de yüzlü bir çocuğum hani...